Şüphe yok ki 2023’ü; 6 Şubat depremlerinin ve Filistin’de bu satırlar yazılırken de devam etmekte olan soykırımın yüreklerimizi kavurduğu ve insanlığımızı sorgulattığı bir yıl olarak zihnimize kazıyacağız. Yaşam, ölüm olmadan anlam ifade etmez ve ölüm, yaşamın varlığı olmadan tanımlanamaz. İnsanın doğası, varoluşu ve yaşamın anlamı üzerine yapılan düşünce çalışmalarında bu diyalektik ilişki sıkça ele alınır. Gelgelelim yaşam ve ölüm arasındaki bu ilişki; önce tahayyül düzeyinde sonrasında ise modernitenin ve teknik bilgi ile donanmış merkezi devlet iktidarının ortaya çıkışıyla diklemesine kesildi. Modern dönemde yaşam da ölüm de iktidar ilişkilerinin ve bununla ilişkili olarak toplumsal bedene yönelik her türlü projeksiyonun bir parçası olması anlamıyla artık politik kavramlardır.
Ajandamızın bu seneki temasını oluşturan “biyopolitika” kavramı, modern devletin ve toplumun, bireylerin ve nüfusun yaşamlarını düzenleme, normlara uydurma ve sağlık, güvenlik gibi faktörlere müdahale etme çabalarını inceler. Biyopolitika, politikanın sadece toplumsal düzeyde değil, aynı zamanda bireylerin bedenleri üzerinde de etkili olduğunu öne sürer. Nüfus politikaları, sağlık sistemleri, genetik araştırmalar ve benzeri alanlardaki müdahaleler, biyopolitikanın ana odak noktalarını oluşturur. Bu bağlamda, yaşam ve ölüm diyalektiği, biyopolitika içinde politikanın ve iktidarın bedenler üzerinde nasıl bir etki yarattığını anlamak için önemli bir perspektif sunmaktadır. Zira, insanların biyopolitik sistem içindeki yerini anlamak, yaşamın ve ölümün politik bir arenada nasıl şekillendiğini kavramak açısından önemlidir.
Hayırlı bir yıl dileklerimizle, keyifli okumalar…